9.03.2020

Ben Tek Siz Hepiniz !!

      Her çığlığımda sesimin biraz daha azaldığını hissetmek , bu durumun seni tükettiğini birinci gözden deneyimlemek gerçekten insanı tüketiyor. Bir sonbahar serinliğindeki hayatımda kalan zamanlarımın son günü. Geçmişin arz ettiği önem geleceğimin daha da önemlisi şu anın arz ettiği önemin yanında kumsalda bir kum tanesi gibi kalıyor. Harekete geçecek gücü uzun zamandır kendimde arıyorum ancak elime geçen tek gerçek hayal kırıklığı. 

Şu ana kadar ki en büyük başarım çelişkileri ve kararsızlığı hayatımın bütün noktalarına kusursuzca yayabilmem oldu sanırım. Her geçen gün bir adım daha atmalısın diye kendimi uyararak elimdeki bütün gücü bir adım daha atmaya , bir gün daha nefes almaya harcayarak daha ne kadar diri tutabilirim bu zihni bilemiyorum. İçimdeki boşluk günden güne artıyor. 

Bu içimdeki büyük boşluğu her gün farklı bir eylemle doldurmaya çalışıyorum. Bir sanat icra etmeye , kendimi okuyarak veya araştırarak geliştirmeye çalışıyorum. Kendimde sevdiğim en önemli noktalardan birisi de bu sanırım. İnsanın kendini geliştirmesinin öneminin ne kadar ciddi bir boyutta olduğunu kavrayabiliyorum. Şu an bize verilen imkanlarla bir şeyleri başarmak, onu geçtim bir yola çıkmak o kadar zor ki. Bu süreç bana beklentimi ve ihtiyaçlarımı olabildiğince az tutmayı öğretti. Ne kadar az ihtiyaç , ne kadar az bağımlılık o kadar büyük bir özgürlük. Özgürlük 8 harfli bir kelime. 8 harf ama bir insanı yaşama bağlayan yegane anlamı 8 harfe sığdırması trajikomik bir olay bence. Günler , aylar geçiyor ve ben özgürlüğüme her geçen gün bir
adım hatta yarım adım bile olsa yaklaşabilmek için tüm hayatımı verebilirim. 

Acaba kutsallaştırıyor muyum bu özgürlük denen illeti? Acaba kendimi kandırmak ve oyalamak için bulduğum aldatmacalardan yalnızca biri mi bu ? Hayatımı anlamlı yaşadığımı düşünmemi sağlayan bu kutsal meret aslında mümkün olması imkansız ütopik bir kavram mı? Kafamdaki soru işaretleri her geçen gün artıyor. Bunları giderebilmek için ne yazık ki bu kavramla ifade edilen huzuru yaşamaktan başka çarem yok . 

    Farkındalık bir hastalıktır demiş Dostoyevski. Sanırım katılıyorum. İnsanı içten içe kemiren her geçen gün onu yoran iflah olmaz bir hastalık. Tedavisinin olmaması da cabası. Sessiz sakin bir hayat arzulayanlar hayatlarındaki aksiyon dozunu aşmışlar mıdır? Daha önce arzulanan bir şeyi şu an arzulamamak için doygunluk başlı başına yeterli midir? Peki ya doygunluğa giden süreç bağımlılığı tetiklerse ? Bileğine eklenen bir prangayı daha kaldırabilir mi bedenin? Kendi içimde yaşadığım çatışmalar şu ana kadar beni hiçbir noktaya getirmedi ancak bulunduğum noktayı daha iyi anlamamı sağladı. Gerçekten her olumsuzlukta insanı geliştirecek , kendini gerçekleştirme yolunda katkı sağlayacak bir erdem var mıdır? 

Bu günlerde mücadeleci yanımı gün yüzüne çıkarmanın zamanı geldi. Artık daha iyi anlıyorum. Zaten doğduğum günden beri böyleymiş bu. Ben tek siz hepiniz...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder