Zihni ile vermiş olduğu savaşa bir sigara molası verdi.
Kendini üzerine bir hırka bile alamadan balkonda buldu. Hava soğuk ve
bulutluydu. Tıpkı ruhu gibi. Bu tür havaların hep kendisini daha iyi
yansıttığını düşündüğünden az da olsa aidiyet hissedebiliyordu. Ama o sert esen
rüzgar dökülen yapraklarla birlikte düşüncelerini de etrafa savuruyordu.
Odaklanamıyordu. Zihni ile olan savaşına odaklanmaktan artık haberlere bile göz
atamaz olmuştu. Gerçekten bu kadar mı yoksundu toplum bilincinden? Sinirle
sigarasından derin bir nefes çekti. Gökyüzündeki bulutların gecenin
karanlığıyla dansına kısa bir süre daha şahit olduktan sonra
bir hışımla içeri
girdi. İlk karşısına çıkan haber sitesine tıkladı. Yaklaşık bir düzine kadar
köpeğin sırf para kazanma amacı güden insanlar tarafından küçük bir apartman
dairesinde küçük kafeslerde çiftleştirildiğini okudu. Üstelik bu köpeklerden
rahatsız olan komşular bulunduğu için köpeklerin ses tellerini kesmişlerdi. Göz
bebekleri büyüdü. Sanki haberi değiştirince bütün bunları geri alabilecekmiş
gibi hemen haberi değiştirmeye yeltendi. Bu sefer hayvanları hala bir eşya
niteliğiyle yargılayan yüce(!) mahkemelere karşı yapılan bir eylem haberi çıktı
karşısına. Biraz ekonomi bilgisi vardı. Bir aralar takip ediyordu. Ekonomi
sayfasına biraz göz gezdirdikten sonra ağzı açık bir halde birkaç saniye
duraksadı. Dolar ve Euro kurunun yanı sıra vatandaşlardan alınan vergiler
gerçekten dudak uçuklatacak miktardaydı. Bütün bu haberlerin şokunu daha
atlatamamışken bir anıt sayacı gördü. Ülkede bir yıl içerisinde eşleri veya
sevgilileri tarafından öldürülen kadınların isimlerinin yer aldığı bir sayaç.
“Bu durumda olamayız!” Diye bağırmak istiyordu. İçindeki taşmaya yüz tutmuş
duygu selini bastırmakta güçlük çekiyordu. Sayfayı haber başlıklarını okuyarak
yukarıya doğru sürükledi. Beyninden vurulmuşa dönmüştü. Alanı imara açabilmek
için katledilen ormanları anlatan yazının hemen ardında Cuma namazı sonrası
edilen yağmur duası yer alıyordu. Kendi elleriyle hırs ve çıkar uğruna
katledilen ekosistemi dua ederek düzeltmeye çalışıyorlardı. Peki ya adalet?
Milyonlarca işsiz, binlerce icra etmesi gereken meslek hakkında profesyonel bir
şekilde eğitim alıp iş bekleyen insan ve eğitimini aldığı mesleğin istihdam
azlığı yüzünden alakasız farklı sektörlerde çalışan yüzbinlerce kişi… Ne de
olsa artık eğitimin bir önemi kalmamıştı. Tanıdığın varsa işin hazırdı.
Yaşadığı ülke ne hale gelmişti? Nereden tutsa elinde kalıyordu.
Bu
okuduklarından sonra donakalmıştı saatin ne kadar hızlı geçtiğini hatta güneşin
çoktan doğduğunu fark bile etmemişti. Uyumaya karar verdi. Yatağa uzandı
dişlerini fırçaladıktan sonra. Okuduğu haberler zihnine kazınmıştı sanki
uyuyamıyordu. “İki bira içsem uyumama yardımcı olur.” Diye düşündü. O gün
sokağa çıkma kısıtlaması vardı. Saat beşe kadar marketler açık olacaktı. Birkaç
markete girdi ama aldığı haberle yaşamış olduğu şok daha da büyümüştü. Alkol
satışı yasaklanmıştı. Nasıl olur da özgürlükçü bir ülke alkol satışını
yasaklayabilirdi? Aklı almıyordu bir türlü ama böyle düşünmemeliydi. Ondan çok
daha kötü durumda olan insanları görüp şükretmeliydi.
Sinirden kıpkırmızı kesilmişti. Bu sinirin sebebi ne alkol almaya çalışırken yaşadığı problemdi ne hayvanlara edilen eziyet ne de kadına şiddet. Ekonomi hiç değildi. Bu sinirinin sebebi bunca zamandır olup bitenlere gözlerini kapatmış olmasıydı. Bu nasıl bir bencillikti? Kendini bu olanların hepsinden sorumlu tutuyordu. Zaten sorumluydu da. Sadece kendisi değil bu ülke topraklarında sesini çıkartmadan yaşamını devam ettiren herkes sorumluydu. Suçluyu bulmak ne yazık ki çözümü yanında getirmiyordu. Aklına Haluk Bilginer'in bir dizideki repliği geldi:
"Yarın bugün bir milli maç olur herkes her şeyi unutur." Peki her şey için gerçekten çok mu geçti?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder