Varoluşçuluk diğer adı ile egzistansiyalizm, yirminci
yüzyılın ortalarında Fransa’da ortaya çıkmıştır. Soren Kierkegaard ilk
varoluşçu filozof olarak kabul edilir ancak varoluşçuluğun temelini Sokrates’e
kadar dayandıranlar da vardır. Varoluşçuluk, 2. Dünya Savaşı ile bilinirliğini
iyice artırmış, felsefenin yanında sanat, teoloji, psikoloji, resim ve edebiyat
alanlarını da etkilemiştir. Varoluşçu felsefenin tanımlanmasında genel olarak
kabul edilebilir tanımlar yoktur. Yarattığı terimlerin kabul gördüğü ilk önemli
varoluşçu filozof Jean-Paul Sartre’dır. Varoluşçuluk evrensellik ve nesnelliğe
karşı bir tepki olarak ortaya çıkmıştır.
Varoluşçuluk, temel olarak varlığın özden önce geldiğini savunur. Bireyin kazandığı deneyimin, yaşadığı olayların ve bu deneyimlerin bireyselliğinin insanın doğasının temelini oluşturduğunu savunur. Varoluşçu felsefe insanın varlığının özünü varoluşlarında -yaptığı seçimler ve kazandığı deneyimlerde- açığa çıkartmaya ve bunu betimlemeye çalışır. Nesnelerin varoluş amacı, özü belirli iken insanın özü belirlenmemiştir. Yaşam sürecinde insan kendi özünü belirler.
Varoluşçu
filozoflar insana dair bireysel konuları ele alırlar. Bu konular bilinç
dışılık, seçim, eylem, ahlak, tasarı, proje, kendini gerçekleştirme,
başarısızlık, olanaklar, aşma, hiçlik, seçme özgürlüğü, kaygı, yabancılaşma ve
iç sıkıntısı gibi sorunlardır. Özünde insanın yaşam deneyimini ortaya çıkarma
çabasıdır. 2. Dünya Savaşı’nın getirdiği kaygılı, olumsuz ve çaresiz ortamda
insanların sorunlarına çözüm bulabilmeyi amaçlamıştır. Varoluşçuluğun ilkeleri;
1-
Varoluş özden önce gelir
Bu ilke neredeyse bütün varoluşçuların
ortak paydada buluştuğu bir ilkedir. İnsan dünyaya öz benliği mevcut bir
şekilde gelmez. Var olur ve özünü kendi yaptığı seçimlerle belirler. Bir masa
üreteceğimizi düşünelim. İlk önce bu masayı hayal ederiz, daha sonra şeklini ve
planlarını çizeriz, yani özünü var olmadan önce belirlemiş oluruz, ancak insan
özü belirlenerek var olmaz.
2-
Sınırsız Özgürlük
Her gün karşılaştığımız onlarca olay bizi
seçim yapmaya iter. Yaptığımız her seçim bir değerler hiyerarşisine bağlıdır.
Yaptığımız her seçim, aldığımız her özel karar özgürlüğünü bizim peşimizden
sürükler. Özgürlük varoluşumuzun özüdür. Nitekim bütün istemli davranışlarımızı
özgür olarak görme hakkımız vardır.
3-
Sorumluluk
Sartre’a göre insanın sorumluluğu
sağduyusuna bırakılırsa özgür olarak yaptığı seçimlerin daha da ötesine geçer.
İnsan hem seçtiklerinin hem de seçmediklerinin sorumluluğunu taşır. Varoluş bir
sorumluluktur.
4-
İç Sıkıntısı
İnsan tanrısal öğretiye inanırsa işlediği
günahların ağırlığı hiçlikten gelme düşüncesine sahip birisine göre daha çok
bir iç üzgünlüğü, iç sıkıntısı verir. İnsan her seçim arifesinde bir iç
sıkıntısına boğulur. Bunun sebebi seçeneklerin barındırdığı riskler ve
sorumluluklardır. Bu seçimin doğasında vardır.
Varoluşçulara
göre “Ben kimim?” sorusunun cevabı, “Bizi biz yapan kararlarımızdır.”
Olacaktır. Dini inanışlar insanın varoluşunun bir nesne ortaya çıkartır gibi
sebebinin var olduğunu savunur. Nasıl bir kalem ihtiyaçtan doğarsa insanın da
dünyaya geliş sebebinin önceden tanrı tarafından belirlenmiş olduğunu savunur.
18. Yüzyılın felsefi ateizminde tanrı kavramı bastırılmıştır, ancak özün
varoluştan önce geldiği düşüncesi değil. Bu düşünce hep devam etmiştir. Bu
akımı, diğer felsefi sistemlerden ayıran özellikler; bireyi her yönüyle birey
olarak ele alması, onun bütün duygularını, içsel yaşantılarının tamamını ön
plana çıkarmasıdır.
Varoluşçuluğun önde gelen eserleri;
Albert Camus- Düşüş, Yabancı, Mutlu Ölüm
Jean Paul Sartre- Sözcükler, Edebiyat Nedir, Bulantı,
Duvar
Soren Kierkegaard- Kahkaha Benden Yana, Korku ve
Titreme
Friedrich Nietzsche- Böyle Buyurdu Zerdüşt, Güç
İstenci, Deccal, Şen Bilim
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder